À×ÛËÌÀÌÛØ ÑßÙÈÔßËßÐ
ASKERI BANDOLAR TARIHI
Osman Aydın ÖĞÜT (Türkiye)
Search

À×ÛËÌÀÌÛØ ÑßÙÈÔßËßÐ
ASKERI BANDOLAR TARIHI
Osman Aydın ÖĞÜT (Türkiye)
VIKINQLƏR ÖLKƏSINDƏ
(VƏ YAXUD MARKALARDA ƏKSINI TAPMIŞ SPRINQDANS)
(ardı)

Eldar ISKƏNDƏROV
FORTEPIANO SƏNƏTININ TARIXINI VƏRƏQLƏYƏRKƏN...
(ardı)

Lalə RZAYEVA

 


       Türk ordu mızıkasının aşağı yukarı 2000 yıl öncelerine kadar gitmekte olduğu ve ondan önceleri ise efsanevi söylentilele dayandığı anlaşılmaktadır. Müzik tarihinin ilk safhaları, doğu medeniyetiyle ilgilidir. Vurma çalğılardan başka üfleyerek uyumlu hale getirilen sığır boynuzu veya midye ve benzeri deniz hayvanlarının kabukları gibi maddeler, ilk kavimlerin perdesiz boru çalğıları olmuştur. Daha sonraları madenleri işlemek suretiyle tunç veya pirinçten yapılan çeşitli cins borular kullanılmaya başlanmıştır. Kutsal kitaplarda ilk boru dökümcüleri konu edilmektedir. Savaş günlerinde öttürülen gümüş borular anlatılır.

       Milattan önceki devirler için Çin kaynakları, milattan VII yüzyıl sonrası için Orhan yazıtları ve yazılı bir söylentiye göre konuşan Kaşgarlı Mahmutun Türkçe Sözler Divanı ve en son olaraq XII yüzyılda Farsça bir metin, ilk Türk ordu mızıkasının (şimdi harabeden ibaret) Asfanın Kuça ve Balaşagun gibi merkezlerinde faaliyet göstermiş olduğunu bildirmekte ve bu Türk ordu mızıkasının kidem ve üstünlük unsurlarını saymaktadırlar.

       Türk ülkesi olan Balasagun tuğ takımlarının askeri mızıka göreneği sırasıyla; Karahanlılarda, Abbaslılarda, Harzemşahlarda, Büyük Selçuklu Imparatorluğunda, Anadolu Selçuqlarında, Ilhanlılarda, Memluklarda devam ettiği kibi, Selçuklular zamanında “Mehterhane-i Hakani” denilen ordu mızıkası, Osmanlı Imparatorluğunda Tabl-i Alem Mehterhanesi adını almış ve resmi adıyla da “Tabl-ı Al-i Osman Mehterhanesi” olarak, kuruluş ve çalışmaları kanunlara bağlanmış, müzik prensipleri tespit edilmiş, bir devlet kuruluşu olaraq tanınmıştı.

       XVI yüzyılda Osmanlı ordusunun 9 katlı mehterhanesi, Macarıstandaki Budin Kızılelma Sarayında yapılan şenlikler için Budin kalesindeki yerinde nevbet (konser) veriyordu. Bu tarihlerde Avrupada ise batı bandoları henüz gelişmemişti. Alman ve Isveçre alaylarında küçük birer tambour (trampet) takımlarıyla eşlikli fifrelerin kullanılmakta olduğu görülüyor ve Fransız ordusuna da XVI yüzyıl ortalarında geçmiş bulunuyordu. Kral XVI Louis zamanında, ordu musikisini düzenleyen bir yönetmelik vardı.

       1683te Kral Louisin bakanlarının da etkisiyle, yayınladığı bir emirname ile “çok harcamalardan kurtulmak için boru (trompet, trampet ve fifre) takımlarının azaltılması” yoluna gidilmiştir. Bu Tarihlerde henüz bando kuruluşu olmayan Ingiltere, ordu musikisinden yoksundu. 1693te Londraya yakın Shatham Dz. P.Tümeninde küçük bir fifre-tramper takımı vardı. Bu takım, tümenin bir alayında bulunan Yzb. Villiam Prince tarafından, kendi bölüğünde çalışmak üzere tertip edilmiş iki pikola ve iki trampetten ibaretti. Bu takım, morali etkiliyor ve faydalı oluyordu. Bu sebeple gittikçe geliştirildi ve Kraliyet mızıkası bir çekirdek oldu. Nitekim, 6 Haziran 1773te, kralın donanmayı denetlemesi sırasında çalmak üzere, Spitheade götürülmek için Sheernessdaki Orpheus gemisinde görev almış olduğu, Chatham Dz. P.Tümeninin kayıtlarından anlaşılmaktadır.

       Birtakım müzik aletlerinin daha ortaya çıkmasıyla, Ingiliz ve Alman bandolarının ancak 1780 yılında halka konserler vermeye başladıkları bilinmektedir. Bu takımlarda kullanılan enstrümanların çeşitleri de pek çox degildi: 2 klarnet, 2 korno, 2 faqot, 1 trompet, 1 tambur ve 1 davuldan oluşmaktaydı. Fransızlar da aynı aletleri kullanmaya başlamışlardı. Ek olarak bir de trombon vardı.

       Türk orldusunun, Osmanlı zamanında Asya, Afrika ve Avrupadaki fetihleri sırasında düşmanlardan saysız ordu çalğıları ele geçirilmiş ve bunlar Istanbula getirilmiştir. Bu yabancı sazların hiçbiri begenilip kullanılmış değildir. Buna karşılık Avrupalılar, Türk sazlarının çoğundan faydalanmışlardır. Üstelik arma olarak, Türk ordu mızıkası sembolü olan, yarı tuğ biçimi olup zillerle donanmış ve püskülerle süslenmiş hilali şekliyle “çevqan” adını taşıyan müzik aletini, bundan yarım yüzyıl öncesine kadar kendi bandolarında kullandılar. Bu arma bugün de Alman ordusunda saygın yerini korumaktadır.

       XVI yüzyılda askeri mehterhaneler, çalışmalarını sürdürürken, yeni asker kitaları için 1820de Fransız usulü tambur-majör denilen boru ve trampet takımlarının da orduda teşkili yoluna gedilmişti. Türklerde halk diliyle (Tranzimat yıllarında) trampet takımı adını taşıyan bu takım, 1955e kadar boru ve trampetten ibaretti. (Bu takımda kısa bir süre için fifre denilen küçük flüt de kullanılmıştır).

       1826da yeniçeriligin kaldırılmasıyla, Nizam-ı Cedid askerlerinin yeni eğitimli yürüyüşlerine ayak uyduramayacağı anlaşılan mehterhanelerin de kaldırılması üzerine; yerine, 1827de batı sistemi mızıkaların konulmasına karar verildi. Osmanlı hükümdarı II Mahmut sarayda teşkil edilecek “Müzika-i Hümayun”a bir mızıka baş ustası aranmasına, Sardunya Elçiliğini aracı etti. Elçiliğin tavsiyesi üzerine, o sırada Elbe Adasında bulunan Napoleon Bonapartın bando şefi, italyan uyruklu Giuserre Donizetti, yarı mülteci durumunda Istanbula getirilerek, yeni sistem ordu mızıkalarını kurmakla görevlendirildi. Albaylık rütbesiyle işe başlayan maestro Donizetti, sarayda yetişdirdiği haremlik ve selamlik bando ve orkestralarından başka orduya mızıka elemanı yetiştirmek üzere, 1831de Askeri Mızıka Okulunu da açarak ordu bandolarının çalıcı ve yöneticilerini yetişdirmişti. Ölümünden bir yıl önce tuğgeneralliğe yükselen Donizetti Paşa, Italyan ve Fransız ordularında da daha önce 20 yıl kada r şeflik yapmışdır. 1788de Berqame şeherinde dünyaya gelen Donizetti Paşa, Türkiyede 28 yıl hizmetten sonra 12 Şubat 1856da Istanbulda ölmüştür.

       Cumhuriyet devrinde, tümen komutanlıklarında görev yapan bandolar, muzik çalışmalarını yürütürken, alay katındakı birliklerde de boru ve trampet takımları çeşitli hizmetler yapmaktaydılar.

       1954te bando birlikleri kadrolarına da alınan boru ve trampet takımları, bando için yazılmış borulu marşları birlikte seslendirmeye başlamışlardı. Böylece, yalnız kulağa hitap etmekle olan askeri müzik, bandonun, boru ve trampet takımı eşliğiyle yapılan birtakım gösteri hareketleriyle, gerek askerin ve gerek halkın gözüne de hitap etmesi bakımından önemli bir değer kazanmayı da sağlamış oldu. 1955te boru ve trampet takımları için (yeni bir buluş olarak) yazılan marşlarda, davul ve zile de yer verilmiş olduğundan, Genelkurmay Başkanlığının 5 Temmuz 1955 tarihli emriyle, yeni şekil esasına göre kadrolanan boru ve trampet takımlarına ayrıca davul ve zil katılması, boru ve trampet takımlarının seslendirme faaliyetlerini artırmış oldu.


       Borunun tarihçeis

       Boru, eski okunuşlarıyla borı, borquy, kurrenay ve Arapçadan alınan nefir, hepsi aynı sazdır. Boru çalanlara borizen veya nefiri denilirdi. Boruzen tabirine 1499 yılındakı bir kayıtta rastlanılmaktadır.

       Boru, Türkçe bir kelimedir. Boruyu Selçuklu Hükümdarı Alparslanın bulduğu söylenmektedir. Türklerin XII yüzyılda kullandıkları boruya “nay-ı Turki” deniyordu. Eskiden tunçtan yapılan boruların, Osmanlılar devrinde pirinçten yapıldığı anlaşılıyor. Nay-ı Turki, Hata ve Huten Türklerinin kullandığı birbuçuk arşın uzunluğunda bir borudur. Düdük gibi delikleri vardır ve bir kattır. Başı deve boynu gibi eğridir, sesi gürdür. Osmanlı mehterhanesinin çaldığı borular, sarı pirinçten yapılıyordu. Bu borular, yalnız Osmanlı mehterhanesine özeldi. Kırım hanlarının mehter takımlarında ise, Efrasiyab borusu denilen başka çeşit bir boru kullanılıyordu. Adına kurrenay denilen bu boru, Acem ve Osmanlı mehterhanelerinde çalındığı bilinen, uzun ve gittikçe genişleyen madeni iri bir borudan oluşmaktaydı. Bu saz, gerçek mehter sazı olmayır Osmanlılarda kullanılmıştır. Kurrenayın Hindistanda, Türkistan ve Iranda karna, kerena, kürrenay gibi çeşitli söylenişleri vardır: Farsça kaynaklardak ı nefesli sazlarla ilgili bilgiler arasında şu açık notlar vardır. Türk ve Aceme ait korrenay, Efrasiyabın buluşudur. (Efrasiyab, Orta Asiyada yaşayan bir Türk hakanıdır. Türkçe adı Alp Er Tongagadır). Şahney ve nay-ı Turki diye anılan bu boru, savaşlarda da çalınmaktaydı.

       XII yüzyıl sonlarında Nizaminin Farsça bir beyitinde şöyle deniyor: “Nay-i Türktden öyle bir ses çıktı ki Türklerin boğazını çoş-u huruşa gtirdi”. Öte yandan bir Çin kaynağında, adı geçen deve boyunlu çalğının perdeleriyle Türk kökenli olduğu da belirtiliyor. Bizde bu aletler üzerinde duran Evliya Çelebi: “Pirinç borunun piri Efsaniyabdır ki kurrenayı bulmuştur. Kırım hanları alaylarında çalınır” diyor. Kurrenay, tunç ve gümüşten de yapılırdı. IV Sultan Murat, Revan Hanı ile Revandan getirtmişti. Bu saza bir de Kara Harman kalesinde rastlanmıştı. Daha önce bir çalıcı ile birlikte Irandan geldikten sonra hükümdar tarafından mehterbaşı emrine verilmiş, o da Kara Harman kalesine göndermişti.

       Mehterin kendi ahengine uyqun özel boruları vardır.

       XVII yüzyılda Istanbul unkapanında dükkanı olan üstat bir saz yapıcısı, sarı pirinçten, şimdi bildiğimiz boruları yapmaktaydı. Bu borulardan olmak üzere Istanbulda 40 sazendenin boru çaldığı biliniyor. Osmanlı mehterhane borusu resimlerde perdesiz olarak görülmektedir. Delikleri yoxdur. Ağızlıktan itibaren ince ve düz olarak uzanır, ileride bir boyun ile kıvrıldıktan sonra geriye düz olarak gelir, tekrar kıvrılır ve önceki kıvrımının hizasını geçtikten sonra, ağız genişleyip açılarak boru son bulur.

       Boru çalınırken sağ elin kavraması yeterlidir. Altı mehterlerin boruzenleri, boş kalan sol elleri ile atın dizginlerini tutarladı. Sesler dudak haraketleriyle çıkarılırdı. Boruda peşrev çalınmazdı. “Zurnada peşrev olmaz” sözünün doğrusunun “boruda peşrev olmaz” şeklinde bir XVII yüzyıl deyişi olduğunu Evliya Çelebiden öğreniyoruz. Peşrev çalmayan boruların semai ve başka havaları da çalamayacağı bellidir. Bugünkü perdesiz borulara bakarak eski boruların kırık akorlar halinde boru sesleri çıkardığını düşünebiliriz.

       Borular, mehterde kullanıldıklarından başka özellikle bir yönden başka bir yöne göç eden askerler için de “göç borusu” olarak çalınırdı. Boru ile haber vermek, Türklerde çok eskiden beri bulunmakdadır. Iskenderin Türküstana yürümesi üzerine, Türk hakanı Şu, tuğ çaldırarak (askeri mızıka) göç etmişti. Islamiyetten önce ve sonra göçebe–atlı Türk hayatında çok önemli yeri olan göçü Türklerin önceden musiki ile haber verme yolunu kullandıkları anlaşılıyor.

       Selçuklular zamanında hükümdar bir yere giderken borular çalarlardı. Sultan Izzettin Keykavus, Sinop tarafına hereket ederken “filhal sultan ayağını özengiye koyup bindi ve nefirler ve borular çalındı” deniyordu. 1566de Lala Hüseyin Paşa, Anadolu askerini Belqrattan Istanbula götürmek emrini almış ve “borusunu çaldırıp Istanbula göçmüşlerdir” denilmektedir. XVII yüzyılda kara ordusunda ve donanmada, bir yerden haraket edilirken borular nefir-i irtihaller “nefir-i rihletler” denilen göç havasını çalıyorlardı. Osmanlı ve Kırım mehterhanelerinde göç sırasında yalnız boru çalındığı gibi, boru kös birliği ile de göç havası çalınabiliyordu. Daha da geri gidilerek askeri mehterhane borularının çaldığı “göç borusu” geleneği, Iskender çağında Asyanın Balasındakı türk hakanı Şunun göç havası çaldırarak göç etmesine, Dede Korkut kitabındakı “boru urılıb” göçülmesine dayanır.

       XVIII yüzyılda Avrupa ordusunda işaret vermek için kullanılan borular, “sığnalhom, çornetta siqnale” (sinyal borusu) adını almış ve çıkarabildiği seslerin sayısı az olduğundan ordudakı işaret görevinin dışında ancak boru takımlarından yürüyüş parçalarını seslendirmekte kullanılabilmişti. Batı müziğinde kullanışına örnek olarak Stanfordun “The Last Post” ile Ethell Smytin “The Parisonu” gösterilebilir. Her ikisi de korolu olan bu eserlerde ölülere askeri veda selamı (işareti) için boru kullanılmıştır.

       Osmanlı Imperatorluğu zamanında askeri mehterhaneler yanında 1820de yeni asker kitaları için ayrıca (Fransada örnek alınan trampetlerle birlikte) bir de (tambur–majör) denilen boru takımları oluşturulmuştu.

       Halen ordu birliklerinde bulunan boru ve trampet takımları, kuruluş tarihleri olan 1820den 1955e kadar (Fransız repertuarından alınmış) birkaç parçalık sayılı ölçüdeki marş notalarını seslendirmekten daha uzağa gidememişti. 1955te (Genelkurmay Başkanlığında görevli) Tek. Mzk. Öğretmeni Fethi Saçalanın (boru ve trampet takımlarının islahı hakkındakı yazılı tekliflerinin Genelkurmay Başkanlığınca uyğun görülmesi üzerine), bestelediği sinyal ve yürüyüş marşlarıyla boru ezgilerindeki yenilikleri, ordu için çok faydalı görülmüş ve böylece, boru ve trampet takımı repertuarının yeniden düzenlemesinde önemli yer tutmuştur.

       Davulun tarihçesi

       Davulun başka adları; köbürge, küvgür, tuğ, tavul, tabıl (babl)dır. Davul çalanlara davulçu, tabilzen, tabbal gibi adlar verilirdi. Davul, Türklerin kullandığı en eski musiki aletlerindendir. VIII yüzyılda köbürge, daha sonraları tuğ ve XI yüzyılda küvrüğ adını almıştır.

       Davul, silindir biçiminde olup tahta veya madeni kasnağın iki yanına gerilmiş derilerin bağlanmasından meydana gelir. Omuza asılacak kaytanı ile vurulmasında kullanılan tokmak ve ince değnekten ibarettir. Mehterde ve halk arasında çalınan davullar, bu şekilde tokmak ve değnekle çalınır. Bando ve boru–trampet takımlarında kullanılan davullar ise değneksiz olarak yalnız ön tarafına tokmakla vurularak çalınır.

       Davul, çok uzaklardan duyulabilecek bir ses gücüne sahiptir. Uzakta çalan bir takımın yaklaştınça ilk duyulan sazı davuldur. Davul, mehterhanelerde ritmleri en iyi vurabilen bir sazdır. Ses gücü ve ritmleri iyi belirtmesinden dolayı insanın taşıdığı en güclü sazlardan biridir.

       Davulun, müzikte kullanılmasından başka, haber aracı olarak çeşitli işlerde kullandığı zamanlar olmuştur. Yalnız başına ilan ve haber verme işlerinde, bekar odalarında, hanlarda, şehirlerde, akşam kapilar kapanırken, yanqın haberinde, fetih haberinde, savaşta dağılmış askeri bir araya toplamakta, divar kuruluna haber vermek işlerinde, askeri saf düzeni alınmasını işaret etmekte ve kale kuşatmalarında düşman tağımlarının yerini bulmakta kullanılmış olduğu bilinmektedir.

   
    copyright by musiqi dunyasi 2000-2005 ©

 


Next Page