MEHTER VE MUSIKI
Şevki Faruk KANCA (Almaniya, Düsseldorf)
 

1 . MEHTERHANELERIN TARIHÇESI
Türklerde müziğin askeri amaçlı kullanılması ilk Türk devletlerine dayanır. Ancak bunun tarihinin kesin olarak bilinmediği gibi, Türk metinlerinin tarih sayfalarına geçmesiyle birlikte belirginlik kazanır. Milattan önceki çağlar için kesin yargılara varmanın zor olmasına karşın Türklerin Islamiyet’i ilk kabullerinin ardından bilgiler daha bir netliğe ulaşırken on altıncı yüzyıldan itibaren de artık elimizde kesin sonuçlar çıkartabileceğimiz materyaller yer alır. On altıncı yüzyılda zaten ordunun bir parçası durumunda olan bu müzik ve kültür kuruluşu “Mehterhane” ismini alarak hem kurumlaşır, hem de formsal ve teoriksel olarak belirlenmiş ve kurallara oturtulmuş bir sistem içerisine girer.

       Farsça da “mihter” olarak geçen “mehter” 1 kelimesi; “ekber” (en büyük) ile “Azam” (pek ulu) sözcüklerinin birleşimini temsil eder ve kelimenin çoğulu da “mehterhan” olarak geçer. Mihter kelimesini ele alırsak, “mih”; büyük anlamını, “ter”; “-ta, -da” edatlarını simgeler. “Mihter” veya “Mihtar” şeklinde bazı Islam devletlerinin saray teşkilatlarında görevli memur veya vezir manasında da kullanılmıştır. Mehter deyiminin Osmanlılarda ne zamandan beri yer ettiği kesin olarak belli olmamasına karşın on yedinci yüzyılda devlet bünyesinde mehter adı ile anlaşılan mevkiler yer almaya başlamıştır. Bunlar: <> veya <> yani alemdarlar2 ve çalıcı mehterler, <> yani konak ve sarayların dahili işlerini gören kavaslardır.

       “Mihter” veya “Mehtar” kelimeleri Araplarda ve Iranlılarda hiçbir yüzyılda müzisyen anlamında kullanılmamıştır. Kamuslarda, Ferhenklerde, ve eski edebi metinlerde bu konuda o ülkelerle alakalı hiçbir kayıt bulunamamıştır. Kelimeyi mehter seslenmesiyle ve müzisyen anlamıyla ilk kullananlar Türkler olmuştur.

       Ilk Türk yazıtlarından olan Şine-Usu yazıtı, Orhun yazıtları, Göktürk yazıtları, Divanü Lügat-it Türk, … vb. Türklüğün ilk yazılı kalıntılarından anlaşıldığına göre Tuğ ve Mehter Türklerde bir bütün durumundaydı ve kelime olarak da Tuğ; kös3 ve davul4, nevbet5 davulu, mehterhane ve sancak anlamlarını kapsıyordu. Yine bu yazıtlardan anlaşıldığına göre on ikinci yüzyıldaki Türk korosu “Nvy-i Türki” ismiyle savaşlarda çalıyordu. Ayrıca yine bu yazıtlara dayanarak söyleyebiliriz ki, Büke Budraç, Arslan Tekin Gazi ve Kaşgarlı Mahmud’un ordularında da borular ve davullar çalınıyormuş.

       On beşinci yüzyılda yaşamış olan Hoca Abdülkadir-i Meragi’nin Türk tuğunun geçmişini araştırması bize mehter müziğinin izlerinin onuncu yüzyıllara kadar dayandığını göstermiştir. “Ilk çağ uygarlıklarından daha önceki çağlarda ordular musikiden yararlanmaktaydı. Bu ara Türk askerlik tarihinde musikinin yeri üzerindeki anılar M.Ö. dördüncü yüzyıla kadar inmektedir. Daha önceki çağlarda da Türklerin bir musikisi olduğu sanılmaktaysa da, bu sanıyı destekleyecek kesin belgeler yoktur. Gazimihal, “Mehterhane” kelimesinin ve aynı anlama gelen “Tabilhane” ve “Nakkarhane” kelimelerinin öz Türkçe olmayışına bakarak, Mehterhane ocağının kaynağının Türk değil de Arap yada Fars olduğunu sananların yanıldığını öne sürüyor. Bundan başka, Mehter takımlarında kullanılan çalgıların adlarının (zurn, nefir, tabil, zil) aynı yanlış sanıyı uyandırabileceğine değiniyor. Bu adların aslında, Türklerin Islvmlığı tanımalarından sonra kullanılmaya başladığını, oysa kurumun olsun, çalgıların olsu n kaynağını Orta Asya Türklerinde bulunduğunu belirtiyor.” 6

       Eski Türk devletlerinde önemli olaylarda veya farklılıklarda7 mehter bir haberci durumundaydı. Türk hakanlarının tuğlarının altında mehter çalınırdı. Ayrıca eski Türkler için kutsal sayılan sancak da mehterle bir bütün durumundaydı ki zaten ikisi birlikte de Tuğ diye nitelendirilirdi ve Tuğun açığa çıkartılarak dalgalandırılması da bir savaş habercisi olarak sayılırdı. Bu nedenden dolayı da mehter bir savaş aracı durumuna gelmişti. Ancak mehter hiçbir Türk devletinde savaş aleti durumunda kalmamış, barış durumlarında, kutlamalarda, eğlencelerde, alay törenlerinde de kullanılmış ve devletin bir parçası durumundan da asla kopmamıştır 8.

       Avrupa kaynaklı mehterle ilgili araştırmaların çoğunda mehter müziği bir askeri müzik olarak düşünülmüştür. Ilk olarak böyle düşünülse de yapılan tarihi çalışmalar göstermiştir ki, mehter müziği yalnız askeri müzik değil, repertuarındaki çeşitliliğiyle ve kullanım zenginliğiyle de çok geniş bir müzik deryasıdır.

       Askeri müziğin Ilk Çağ medeniyetlerinde var olduğunu çeşitli ikonografik resimlerden yola çıkarak söyleyebiliyoruz. “Firavunlar Mısır’ının ordusunda bir nevi kısa borular çalan bölükler bulunduğunu; Sümerlerin iri davullar kullandıklarını biliyoruz… Fakat, davul, zurna, boru ve zil gibi aletleri takım halinde kullanan ve bu takımları resmi tören ve orduda çaldıran ülkenin başlangıçta Orta Asya olduğunu düşündüren tarihi kayıtlar muhteliftir. << Orta Asya’dan getirilme aletlerle milattan iki asır önce böyle bir takımın Çin’de kurulduğunu>> muasır bir Çin kaynağı haber vermiştir. Askeri muzikayı güney ve batıya doğru erkenden yayanlar da Türkistanlılar olmuştu. Orta zamanda Hindistan, Irak, Mısır ve Anadolu’nun saray ve ordularında benzer takımlar kuruldu. Türlü kültür münasebetleri askeri muzika örneğini Endülüs’e9 kadar yaydı. Haçlı seferlerinden sonra doğu ordu aletlerinin Avrupa askeri tarafından iktibas edildiği sabittir.” 10

       Mehter aslında Türklüğün bir felsefi akımıdır, onların yaşayışlarının bir parçasıdır. Yeri geldiğinde Türkler için en büyük sevincin müjdecisi, yeri geldiğinde de en kara haberin temsilcidir mehter. Savaşta askerlerin psikolojik dayanağı, nöbetlerinde uyanık kalmalarının anahtarı, düşmanlarının da korku kaynağıdır. Evliliklerde, sünnetlerde, güreş müsabakalarında, Türklere has eğlencelerde mehter ayrılmaz bir bütün olmuş ve Türk sosyal yapısının vazgeçilmez bir kurumu olmuştur.

       Türklerde davul çalmak çok farklı durumları simgeleyebilirdi. Günün devirlerinin değişmesi, Saltanat dönemleri, bulut kükredi, … vb. sebeplerden ötürü davul çalınması Türklerde Islamiyet’ten önce çok yaygın geleneklerdi. Yine bu dönemlerde daha bir çok gelenek doğrultusunda davul çalınırdı, hatta o zamanlarda kutsal sayılan Tuğlar için kurbanlar kesilirken diğer tarafta da davul çalarlardı. Davulların ve diğer mehter sazlarının Türk devlet yapısındaki önemini de en çok Göktürklerle birlikte görmeye başlarız. Göktürk devletindeki memuriyetlerin yetkileri arttıkça o kuruma bağlı mehterlerde büyür, yine Göktürklerle birlikte tayinler, devlet atamaları ve yeni görevlendirmeler mehter eşliğinde yapılmaya başlamıştır. Tuğ’un özgürlüğün simgesi haline gelmesi de uzun yıllar Göktürk ve Uygur devletlerinin himayesinde varlığını sürdürmüş bir Türk devleti olan Hıtay devletinin kurucusu, Kitan kabilelerinin bağımsızlıklarını ilan eder etmez Tuğ sistemlerini yapmalarıyla gerçekl eşmiştir.

       Türkler ile Çinlilerin tarih boyunca gerçekleşmiş savaşları çok meşhurdur. Zaten tarih sayfalarında da Çin settinin Türklerden korunmak amacıyla yapıldığı yazmaktadır. Çinliler savaşlarında Türk sancaklarıyla birlikte davulu da –yani tuğu- ele geçirdikten sonra yendiklerini ilan ederlermiş.

       Mehterin felsefesini anlamak için öncelikle tarihine inerek neden var olduğunu, nasıl ortaya çıktığını ve zamanla gerçekleşen evrimini bilip, bu kültürün Türkler için önemini kavramak gerekmektedir. Nevbet Geleneği olarak adlandırılan davul çalma geleneği tüm mehterin var oluş amacının temelinde yer almaktadır. Türkler tuğun altında davul çaldırmayı, gök yüzündeki değişimleri, günün durumlarını ve diğer tüm mehter enstrümanlarının çaldırılmasını, önemli ve saygın bir konumda niteler ve bunlara “Nevbet Töreni” derlerdi. Nevbet törenleri kimi tarihçilere göre dinsel amaçlı olarak kendilerini göstermiştir. Zaten nevbet geleneğinin en bilindik örneklerinden birisi Şaman davulunun çalınmasıdır. Nevbet geleneği bilindiği kadarıyla ilk olarak Hun Türklerinde varlığını göstermiştir. Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan nevbet anlayışı bir uyandırmadır, uyarmadır, haber vermedir, ibreti alemdir, zaman ayrımının11 ifadesidir.



1 Zekai, K.,”Dini Musiki Dersleri”, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, Istanbul 1991, sf.15Ihya C.II,S.268
2 Ihya C.II, S.268.
3 Teganni kelimesi güzel sesle okuma sanatıdır.
4 Prof. Dr.Uludağ, S., “Islam Açısından Musiki ve Sema”, Istanbul, sf. 213-216
6 Dr. Özalp, M. N., “Türk Musikisi Tarihi I. Cilt- Derleme” T.R.T. Yayınları Ankara sf.27
7 Kaplan, Z.,. “Dini Musiki Dersleri”, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi,Istanbul 1991, sf.54
8 Dr. Özalp, M. N., “Türk Musikisi Tarihi I. Cilt- Derleme-“ T.R.T. Yayınları Ankara sf.43
9 Aşr-i Şerif: camilerde bir yapraktan az okunan Kuran-ı Kerim’ dir. Bir kişi okuyabildiği gibi birkaç kişide okuyabilir.
10 Dr.ÖzaLP, M. N., “Türk Musikisi Beste Formları”, T.R.T. Yayınları, Anakara, sf 46
11 Zekai, K., “Dini Musiki Dersleri”, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi,Istanbul 1991, sf.70

Yüz yıllar boyunca insanların akıllarında ki en büyük düşünceler din ile ilgili olanlardır. Nevbet kültürünün doğuşundaki önemli faktörler de bu yöndedir12. Islamiyet’tin kabulündeki nevbet gelenekleri de yine dini çerçeveler doğrultusunda yön kazanmıştır ve bunların en önemlilerinden birisi de Türklere Araplardan geçmiş olan ramazan davulunun çalınmasıdır. “Diğer Islam Melikleri gibi beş vakit namazdan önce çaldırmakta olduğu tabılhaneleri oğullarına tahsisle kendisi için güneş doğar ve batarken Zülkarneyn (Büyük Iskender) nöbeti13 çaldırmaya başlamış.” 14

       Türkçe’nin en eski sözlüğü olan Divanı Lügat-it Türk’ten anlaşıldığına göre Türk hakanının önünde nevbet vuran tabılhaneye ve bunların yanlarında bulunan sancağa (mehterhane ve sancak) Tuğ adı verilirmiş. Türk tarihinde sancak ve mehter ayrılmaz bir bütündür. Islamiyet’ten önceki Türk devletlerinde Tuğ mübarek sayılır ve onun için kurbanlar kesilirdi. Savaş durumunda da tuğ açığa çıkarılırdı ki zaten tuğun açığa çıkarılması da bir savaş işaretiydi ve ardından da Tabılhanenin (mehterhanenin) çalmaya başlamasıyla savaşa yönelik ilk adımlar atılmaya başlardı.

       “Baş sancaktar, devlet protokolünün en üst düzeyinde bir yerdeydi. Mehter ise, baş sancaktara bağlı idi. Bu düzen çok önemlidir. Karahanlı devletinde tuğ, yani sancak denince, hakanlık davulu ile mehter de aynı söz ile anılıyordu. Tuğ vurdu, Hakanlık davulu vurdu demekti. Mehter, sancağın gölgesinde çalıyordu. (…) durum diğer Türk devletlerinde de aynıdır. Hunlar’da davulu sancaklarının altına, gölgesine koyuyorlardı.” 15

       Türk kültürünün enstrümanlarından saz ve kopuz gibi çalgılar Türk halk yapısının iç dünyasıyla ilgilidir. Davul ve zurna gibi sazlar ise bunun yanı sıra, toplumdaki düzeni sağlamakla, devlet yapısıyla toplumsal yapının ilişkilerini kurmakla ve insanlar arasındaki dinamizmi oluşturmakla da ilgilidir. Tarihi kökeninin ne kadar eskiye dayandığını bilmediğimiz şaman davulunun ve bildiğimiz deflerden çok büyük olan, içinde zil sesi çıkartmak için zincir veya demir halkalar bulunan derviş deflerinin –daha önce de belirttiğimiz gibi- bu geleneğin temelini oluşturduğu sanılır. Pullu deflerin ise Türk kültürüne diğer toplumlardan geçtiği bilinir ama ne zaman ve nereden geldiği hakkında kesin bir bilginin bulunmadığı gibi birbirinden son derece farklı yorumlar yapılır.

       Uygur Türklerinde daha sıklıkla rastladığımız altın, Türk medeniyetlerinde Hakanlık sembollerinden birisidir ve en çok tuğlarda görülür; altın başlı sancaklar, altın borular, altın işlemeli davullar, … vb. Budist Türklerinde ise düşünde altın davul gören kişi için hakanlık ve devlet sahibi olmak yorumunda bulunulurdu ki, zaten Buda dininde devlet anlayışı da bulunmamaktadır.

       Türklerin en önemli kalıtsal özelliklerinden birisi ata binmedeki ustalıkları, birisi de kılıç kullanmadaki becerileridir. Bunun yansıması olarak Türk kültüründe atlı ve kılıçlı topluluk önünde oynanan polo ve cirit gibi oyunlar yer almaktadır. Bu oyunlar oynanırken büyük mehterler veya davul ve zurna çalınır, halkın birlik ve beraberliği sağlanır. Ayrıca at ile davul ve zurnanın bir diğer kesişim noktası da eski Türk düğünleridir. Bu düğünlerde evden kız çıkartma olayı mutlaka at sırtında ve davul-zurna eşliğinde olurdu ki bu gelenek hala Anadolu’nun kimi yerlerinde devam etmektedir. Sünnet düğünlerinde ise sünnetten önce at sırtında sünnet olunacak çocuk gezdirilir sonra sünnet olurdu. Bu nevbet anlayışı da bir nevi duyurudur bir nevi de ibreti alemdir.

       “Polo, Türklerin çevgan diye adlandırdıkları ünlü bir oyundur. Bu oyun, Ingilizlerin, Hindi-stan’da öğrenip, batıya getirdikleri atlı bir oyundur. At üzerinde çeşitli yetenekleri arttıran, bir çeşit askerlik eğitimidir. (…) Böylece gençlerin ata binme yeteneği arttırılıyordu. Bunun yanında gök börü oyunu gibi atla yakınlığı artıran başka oyunlarda oynanmıştır. (…) At yarışları ile cirit oyunları da eskiden kössüz16; sonradan da davulsuz ve zurnasız olmamıştır. Anadolu’daki cirit oyunlarında, köroğlu adı verilen hızlı tempolu bir hava, davul ve zurna ile vurulurdu. Kırgız-Türk çevrelerinde ise, atlılar için ayrı mehter marşları bestelenmiştir.” 17

       “Mehter musikisi havaları cemiyet hayatındaki yerleri bakımından da tamamen yerlidir. Alaylarda çalınan <> peşrevi, atlı mehterlere mahsus <>, Elçilerin divanlarında çalınan <>, padişaha mahsus <> vb. yalnız Türk mehterlerine mahsus havalardır. Askeri mehter takımlarında boruların çaldığı <> geleneği, Iskender çağında Balasagundaki Türk hakanı Şu’nun göç havası vurdurarak göçüne ve Dede Korkut kitabındaki <> göçülmesine dayanır. Padişah huzurunda nevbet çalınması ise yine o devirlerde on birinci yüzyılda ve sonraları hakan önünde çalan tuğ veya nevbetlere varır. Burada sayılamayacak ve yeni tetkiklerle ortaya çıkarılacak daha bir çok gelenek vardır.” 18

       Mehter müziğinin kendisine özgü oluşunun en büyük özellikleri müzisyenlerinin kendi cemiyetinin içinde yetiştirilmesi, enstrümanlarının yerli halk tarafından yalnızca bu müziklerde kullanılacak şekilde özel olarak yapılması ve icra edilen bestelerin halk melodilerinden ve halk müziği formlarında olmasıdır. Mehter müziği hiçbir zaman Türk müziğinin diğer kurumlarıyla ilişkisini kesmemiştir. Zaten bütün milletlerin tüm müzikleri her zaman etkileşim içerisindedir ve mehter müziği de dini müzikten, Türk Halk Müziğine kadar tüm müziklerle etkileşimde bulunmuştur.

       “Mehter, bir alkıştır: Alkış eski Türkçe’de, Tanrı ile hakan veya başka bir büyüğün kararını tasvip ve kabuldür. Bunun için yapılmış bir gösteridir.” 19 Buradan günümüzdeki alkış geleneğinin nereden geldiğini ve anlamını daha iyi anlamaktayız. Ayrıca mehterin bir saygı, birlik, toplumun dayanışması ve kitle sözcüsü gibi görevlerinde temsilci olduğunu görmekteyiz.

       Savaşlarda kullanılan mehterlerin davulları ve zurnaları diğer mehterlerdekilere göre çok daha büyük ve sayı olarak da oldukça fazla, bazen iki katı, bazen de daha fazla olurdular. Savaşların büyüklüğü mehterin büyüklüğüyle anlaşılabilirdi.

        Bugünkü Türkçe’mizdeki “ordu” kelimesinin kökünü oluşturan “orta” sözcüğünün çıkış noktası olan ve ilk Türklerde yaygın kullanıma sahip olan “otağ” o dönemlerde hakanın ve başkomutanın bulunduğu yeri simgeliyordu ve otağın kurulması da tıpkı tuğun açığa çıkarılması gibi bir savaş alameti olarak görülüyordu. Otağlarda sadece hakana ait olan büyük kazanlı hakanlık kösleri20 bulunurdu ve otağın önünde, perdelerin açılmasıyla her kez ayağa kalkar ve sancağın altında hakanlık mehteri çalmaya başlardı. Mutlaka mehter ayakta dinlenilirdi, asla onlar çalarken dinleyenler oturamazlardı. Bu bir saygı ve ciddiyet işaretiydi.


12 Özkan, I.H., “Türk Musikisi Nazariyatı ve Usulleri”, Ötüken Yayıncılık, Istanbul, 1990, sf.83
13 Islam inancına göre kutsal sayılan mukaddes bir aydır. Bu ayda Müslümanlığa farz olan oruç tutulur.
14 Islam inancına göre Recep, Şaban ve Ramazan Ayalarının ismidir. Receb’ in ilk Perşembe akşamı Regayip, 27. gecesi Miraç, Şaban’ ın 15. akşamı Beraat Kandilleri kutlanır.
15 Ögel, B., “Türk Kültür Tarihine Giriş”, Kültür Bakanlığı Yayınlar, cilt 9, sf. 3.
16 Kös vurmalı mehterhane enstrümanıdır. Ayrıntılı olarak Mehter Enstrümanlarını anlatırken değinilecektir.
17 Ögel, B., “Türk Kültür Tarihine Giriş”, Kültür Bakanlığı Yayınları, cilt 9, sf. 150.
18 Sanal, H., “Mehter Musikisi”, Istanbul-1994, Giriş sf. V
19 Ögel, B., “Türk Kültür Tarihine Giriş”, Kültür Bakanlığı Yayınları, cilt 9, sf. 6.
20 Kös: Büyük Türk davulu. Ileriki sayfalarda ayrıntılarla anlatılmıştır.

Mehterhaneler kullanıldıkları hemen her yerde mutlaka Allah’a dua ederlerdi ve bunu da kendilerine özgü bir şekilde gerçekleştirirlerdi. Mehterhanelerin kendisine özgü “Eyyam-ı adiyye gülbankı” 32 şöyledir: Sesi gür bir mehterhan herzesin önünde yüksek sesle okur “Allah Allah... Celil-üc-Cebbar, Muin-üs-Settar, Halik-ul-Leylü ven-nihar, Lvyezal, Zülcelvl, birdir Tanrım onun birliğine, 33resül-ül Enbiya peygamberimiz Cenab-ı Ahmed-i Mahmud, Muhammed Mustafa... (bütün efrad elleri göğüsde olduğu halde rukıe gelir gibi eğilirler. Padişah geldiği zaman ise sadece baş eğer, daha ziyade eğilmezler) vl-i evlvd-ı Resul-ü müşteba imdat-ı ruhaniyetine, piran, mürşidin, aşıkon, kuragerin, vasilin, hame-lei Kur’an, güzeştegan, ehli iman ervahına, avn-i inayetine, halifet-ül-Islvm es-Sultan Ibn-is-Sultan… Bilcümle Islvmın necat ve seadet ve selametine pirler, erenler, üçler, yediler, kırklar, göçenler demine devranına; (Hu) diyelim”34 ve tüm mehter dokuz defa “Hu” der ard ından da üç kez kös vurur ve müzikal terkibin başlamasını gerektirecek işlemlere sıra gelmiş olur.

       Mehterhan savaşlardayken de yine hilal konumunu alır ve ardından Savaş Gülbankı okunur. Savaş Dülbankı Şöyledir: “Euzübillah, euzübillah Hüdaya şükr-i bihad, la ilahe illallah, Elmelik-ü-Hakk-ul-mübin, Muhammed Resulullah, sadık-ul-vad-ül emin, inna fetehnaleke fethan mübina ve yensurukvllvhu nasren aziza. Ey padişahu halifetullah elisslamu aleyke avnullah. Sensin haris-i din-i mübin. Haris-i Şeriatullah. Uğurun açık olsun ey Padişahım. Ömrü ikbalin müzid, hüda kılıcını tahtegvn-ı mülkünü eylesin ta yrvmi haşre kadar medit, ruh-ı pvk fahr-i vlemi hoşnud ettin. Hak gazay-ı ekberin eylesin mübarek ve said….”35 Bu dua tüm mehterhanenin önünde oldukça gür bir sesle okunduktan sonra, ince ve gür sesli bir mehterhan öne çıkar ve olağanca sesiyle “Nasrün minallahi ve fathün karib, ve başşiri’l mü’minin” ayetini okur ve hemen ardından da üç kez “Allah” denecek kadar bir süre durur ve hep bir ağızdan üç kez “Allah” diye bağırılır, bunun ardı sıra da bütün ens trümanlar trombole yapar, aynı zamanda da “Allah Allah” diye bağırırlar ve sonra Gülbank devam eder: “Eli kan, kılıcı kan, sinesi üryan, ciğeri püryan, meydan-ı şahadette Allah yoluna revan, gazay-ı şühedaya cemali Hak görünür vyvn, kahrımız, gazabımız düşmana ziyan; ya Rahman.(...) resül-ül Enbiya peygamberimiz Cenab-ı Ah-med-i Mahmud, Muhammed Mustafa... (bütün efrad elleri göğüsde olduğu halde rukıe gelir gibi eğilirler. Padişah geldiği zaman ise sadece baş eğer, daha ziyade eğilmezler) vl-i evlvd-ı Resul-ü müşteba imdat-ı ruhaniyetine, piran, mürşidin, aşıkon, kuragerin, vasilin, hame-lei Kur’an, güzeştegan, ehli iman ervahına, avn-i inayetine, halifet-ül-Islvm es-Sultan Ibn-is-Sultan… Bilcümle Islvmın necat ve seadet ve selametine pirler, erenler, üçler, yediler, kırklar, göçenler demine devranına; (Hu) diyelim.” 36 denir ve sonra tüm mehterlerin de katılımıyla “Huuuu”... derler ve bütün mehter takımı -davul ve ziller şiddetle- vurarak hep bir ağızdan dokuz defa “Hu” çekerler ve hepsini n durmasıyla birlikte üç kez kös vurur ve yine hep birden “Yektir Allah” ve “Ya Fettan” diye haykırırlar ve baş eğerek geriye dönüp dağılırlar. Böylece savaş da başlamış olur.

       Mehterler savaş alanında da gece karanlığında nöbetçilerin uyumamaları için sürekli çalarlar ve “Yektir Allah” diye de bağırırlardı. Savaş esnasında da çalan mehterler askerlerin cesaretlerini arttırmış ve onların psikolojik olarak savaşa hazır bulunmalarına yardımcı bir unsur oluşturmuşlardır.

       Şimdi “Tabl-ü Alem Mehterleri” olarak adlandırılan çalıcı mehterlerin teşkilat yapısını inceleyelim: Saltanat sancaklarının korunmasında görevli olan alemdarlar ile müzik gösterilerinde yer alan çalıcı mehterlerdir bunlar ve Mehterbaşı Ağa vasıtasıyla Emir-i Alem’e bağlıdırlar.

       “Emir-i Alem” veya kısaca “Mir-i’alem”, sarayda padişahın atıyla beraber gittiği zamanlarda onun yanında yürüme hakkına sahip olan ve bundan dolayı da “Üzengi Ağası” olarak tanımlanan “Birun Ağaları” diye kabul edilen ve protokolde yeniçeri ağasından sonra, üzengi ağalarının ise başında yer alan kişilerdi. Askeri tayinler, Tabl-ü alem mehterlerinin idaresi, velilerin kabulü ve karşılanıp uğurlanması, sancak tayinlerindeki sancak iletimi ve mehter gönderilmesi emir-i alemin görevleri arasındadır.

       Mehterbaşı, mehterhanenin bugünkü tabiriyle Chapellmaster’i, orkestra şefidir ve müzik eğitiminden, yeni elemanların yetiştirilmesine kadar, bir şefin görevli olduğu her şeyden de o sorumludur. Mehterbaşı davulcu alemdarlarlarının ağasından olurdu. Ancak II. Sultan Beyazıt döneminde nakkarezen alemdar ağası bu göreve atanmıştır.

       Yetki sahibi olarak mehterbaşından sonra zurnazenbaşı gelirdi. Bunların üstünlüğünün sebebi çaldığı enstrümanların mehter takımlarında ezgiyi tam olarak çalan bir konuma sahip olmalarından kaynaklanmaktaydı. “9 ve 12 katlı takımlarda, XVIII. yüzyılda 16 zurnanın birlikte çaldığı hünkar mehterhananesinde bütün zurnaların birlik ahengi içinde çalabilmeleri, zurna-zenbaşının kabiliyet ve merhametine bağlı idi. Kısa bir deyimle zurnezen-başı mehter takımının ruhu mesabesinde idi. Bundan dolayı mehterbaşından sonra en ulufeyi zurnezenbaşı olanlar alırdı.” 37

       “Mehterhanede aynı sazları çalanlar, alemdarlar ve mehterhaneye yeni giren şakirdler (mehter öğrencileri) birer bölük teşkil ediyorlardı. Sultan Beyazid-iveli devrindeki tabl-ü alem mehterleri topluluğunun ayrıldıkları bölükler şunlardır:

       - Nakkaarezenan Bölüğü (Nakkare çalanlar bölüğü)

       - Surnazenan Bölüğü (Zurnacılar bölüğü)
       - Tabbalin Bölüğü ( Davulcular bölüğü)
       - Alemdaran Bölüğü ( Zil çalanlar bölüğü)
       - Nefiriyan Bölüğü ( Boru çalanlar bölüğü)
       - Şakirdan Bölüğü (Mehter Talebeleri)” 38
       “Nakkarezenler bölüğünde sermeh-terhan (Mehterbaşı), surnazenler bölüğünde ser-zurnazenan (zurnacıbaşı) bulunuyor. Ayrıca öteki bölüklerin baş ağaları gösterilmemiştir. Yedi bölüğün içinde “kös bölüğü” nün ve çevgan-zenlerin bulunmaması göze çarpıyor. Kös bölüğü sonradan ilave edilmiş olmalıdır. II. Mahmut devrinde kös bölüğü mevcut idi.” 39        “Çevgan kullananlar ise tabl-ü alem mehterlerine bağlı değillerdi. Bunların yalnız divan esnasında mehterlere iltihak ettiği anlaşılıyor. Çevganlar musiki dışında da vezir içoğlanları, çavuş ve baş çavuşları tarafından günlük vazifeleri esnasında kullanılıyordu. Nöbet kulelerinde de çevgan çalanlar bulunmazdı.” 40

       “Tabl ü’alem-i hassa” ismindeki padişah mehterleri; en kalabalık, çalgıcıları özenle seçilmiş ve “Tabl-ı Osmani”, “Al-i Osman Mehterhanesi” veya “Tabl-ı Al-i Osman” diye de adlandırılan mehterlerdir. Köslerin ilk yer aldığı mehterler olan Padişah mehterhaneleri önce dokuz katlı, sonra on iki katlı ve en sonunda da sekiz davul ve on altı zurnadan oluşan son yapısını kazanmıştır.


32 Gülbank; Dua.
33 Gülbankın buradan sonrası Harp (Savaş) Gülbankında da aynen söylenilmektedir.
34 Üngör, E., “Türk Marşları”, Türk Kültür Araştırma Enstitüsü yayınları, Ankara, 1966, sf. 14.
35 Üngör, E., “Türk Marşları”, Türk Kültür Araştırma Enstitüsü yayınları, Ankara, 1966, sf. 14-15.
36 <Üngör, E., “Türk Marşları”, Türk Kültür Araştırma Enstitüsü yayınları, Ankara, 1966, sf. 14-15
37 Sanal, H., “Mehter Musikisi”, Istanbul-1994, sf. 11.
38 Uluçay, Ç., “Mehterhane ve Sazendelere dair birkaç vesika”, Musiki Mecmuası No.41 (1 Temmuz 1951), sf. 20.
39 Konyalı, I. H., “Istanbul Sarayları”, Istanbul, 1943, sf. 59.
40 Sanal, H., “Mehter Musikisi”, Istanbul-1994, sf. 12.



Vezir-i azam mehterhaneleri dokuz katlıdır ve bu mehterler ikindi ve yatsı namazlarının kılınmasının ardından, günde iki kez çalarlardı. Birincisi yemek yeme zamanını, ikincisi de yatma zamanını bildirdi. Yemek ve yatma zamanının bildirilmesi geleneği Türklerle sürekli münasebet içerisinde yer alan Çinlilerde de vardır.

       Bu mehterhanelerin dışında Osmanlılarda; “Rubbe vezirleri mahterhaneleri”, “Defterdar mehteri” ve “Reisülküt-taly mehteri” gibi mehter-haneler de vardı. Ayrıca bir de “Esnaf Mehterler” bulunurdu. Bunlar devlet teşkilatına bağlı değillerdi; düğünlerde, oyunlarda, eğlencelerde, … v.b. gibi yerlerde çalarlardı. Savaş sırasında ordunun çalıcı mehterlerinin sayılarının bir anda iki katına çıkarılması da bu esnaf mehterlerinin onlara katılmalarıyla gerçekleşirdi.

       Mehterhanların giydiği kıyafetler de kendilerine özgüdür. Ancak günümüz gözüyle baktığımız için bize çok ilginç gelebilir. Fakat o dönemdeki kıyafetlerle kıyasladığımızda ise yine kendisine özgülüğü göze çarpar ama ne kadar ilginç geleceği tartışılır. Mehterhanlar hep bıyıklı, o dönemin yeniçeri askerlerinin bir temsilcisi gibi, gururla yürüyen, dinden başka hiçbir şey için eğilmeyen insanlardan oluşurdu. Mehterhanlar dualarından sonra Allah’ın huzurunda eğilirlerdi. Peşinden – eğer padişah huzurundalar ise- padişahı da yalnızca bir kafa hareketiyle ve sağ ellerini göğüslerinin üzerine götürerek selamlarlardı. Alemdar ağaları kırmızı cübbeleri41, kırmızı kavukları42 ve kırmızı şalvarları43 ile dikkatlerini çekerlerdi. Kırmızı kıyafetleriyle bu alemdar ağaları subay rütbesinin temsilcileridir. Diğer mehterhanlar yeşil cübbe, yeşil kavuk, kırmızı şalvar, sarı veya farklı renklerde üç etek ile kırmızı yemeni44 giyerlerdi ki bunlar da er r ütbesine sahiplerdi.

       Mehterhaneler zaman içerisinde tüm dünyada tanınmıştır. “Dr. P. Panof, <> sorusuna cevap vermeye çalışarak, <> diyor. Haçlı seferlerinden veya Endülüs’ten gelmiş olacağı muhakkak tesirler arkasından Türk ve Kıpçak kabilelerinin o asırlar için örneklik durumları bilindikten sonra doktorum kanaatine hak vermemeye imkan kalmaz: Almanca <> tabiri başlı başına bir damga gibidir, bu yoldaki her kanaatin altını yetkiyle mühürleyebilir; hem de Türkiye’den giden tesiri ön planda görenleri bilhassa tastik eder.” 45

       Dönemin Avrupa’sında Türk ismi öylesine çok duyulmuştur ki onlarla ilgili tiyatro oyunları, operalar, konçertolar, … v.b. bir çok eser yapılmıştır. Mehter bandosu da insanların hafızalarında çok farklı bir yer etmiş, tablhanenin orijinalini ele geçirmek isteyenler bile çıkmış, zenginler orkestralarının şeflerini Istanbul’a bu müziği öğrenmeleri için yollamışlardır.

       “Türk yeniçeri muzikası hakkında XVI. asırdan pek az malumat vardır. O tarihten 160 yıl kadar sonra, yani Türkler Almanya dışına çekilmek zorunda kalınca, Alman askerlerinin eline külliyetli yeniçeri çalgıları geçmişti. Böyle bir velvele vasıtasıyla nasıl işe başlanabileceğini ilk hamlede kararlaştıramadılar. Onların da gerçi kendilerine mahsus bir askeri muzikaları vardı ve böyle bir şeyi ilk olarak Türklerden öğrenmediler amma, yeniçeri çalgıları da artık zamanla Avrupalılaşacak, yani ses bakımından tekemmüle uğrayacaktı. Ancak, Türk yeniçeri muzikasının asli (veya ses bakımından geliştirilmiş) tevziatiyle ilkin nerede ve ne zaman kullanılmış olduğunu söyleyebilmek güç olacaktır. Yeniçeri muzikalarından bahsedildiği her yede davul, zurna ve çevkenli Türk mehterhanesi kastedilmiş değildir. Zaman zaman sadece zenci muzikacılar, yani “Mohlar” da anılmıştır; böyleleri Barok devrinde prens saraylarının hizmetinde bulunarak sevilmişlerdi, o asrın mutat Avrupai çalgılarını kullanmışlardı. (…) Alman ordusunu n zenci muzikaları ile yeniçeri muzikaları aynı şeylerdi… Bazı prenslerin fantezi ve güya mehterhane taklidi gösteriş takımlarında yer alan çalıcılar katiyen Türk değillerdi; katiyen Türk musikisi de çalmıyorlardı. Öylesine bir türkkarilik (=turquerie) modası ki, davul, zil ve müselles gibi bir iki çalgıya Avrupa’da hayli şümüllü bir yer kazandırmaktan başka bir işe yaramadı.” 46

       Osmanlılar Imparatorluğun son yıllarını yaşarken, artık mehterhaneler de 1911 yılına kadar kapatıldı.Bu tarihte ise Ahmet Muhtar Paşa tarafından “Mehterhane-i Hakani” ismiyle yeniden kurulmaya başlandı ve 1911 yılında da kuruluşu tamamlanarak, Birinci Dünya Savaşında görev yapan Başkumandan Vekili Emriyle de yeniden orduya bağlandı. Istiklal Savaşında da görev yapan mehterhanelerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sonrası devletçe gidilen yeniden yapılanma planlarında saltanat sembolü olduğu düşünülerek kapatılması kararı alındı. 1950 yılından sonra da Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamurt’un emriyle yapılanmaya başlayan mehterhaneler 1953 yılında tekrar kurulmuş oldu.

       Mehterhaneler günümüze kadar birçok isim değişikliğiyle karşılaşsak da, Türk milletinin bir parçası durumunda olmaktan hiçbir zaman çıkamamıştır. Osmanlılar o dönemlerde diğer milletlerin tercih ettikleri askeri bandoların yerine Mehterhaneleri yeğleseler de, Osmanlılardan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti devlet protokolünde buna resmi bir yer vermemiş, ordularında bandolar kurmuştur. Ancak halk tabanında ve kimi özerk kuruluşlarda mehterhaneler varlığını her zaman sürdürmüştür. Devlet çatısı altında da özel günler münasebetiyle mehterhaneler zaman zaman kurulmuştur, fakat günümüzde ulusal televizyon kuruluşumuz ve askeri teşkilatımız bazen mehter gösterileri devlet adına düzenlemektedir. Tabii ki Türk halkının ve tarihinin köklü bir parçası durumunda olan mehterhaneler her zaman da öyle kalacaklardır.

(ardı var)


41 Üzerlerine giyilen (mont gibi ama değil) bir uzun ceket vari giyisi.
42 Kafaya takılan bir çeşit şapka. Bu şapkadan imamlar da takarlardı.
43 Bol ve rahat pantolon. Arap geleneğinde önemli bir yeri vardır. Yine Imamlar şalvar da giyerler ama böyle bir zorunlulukları yoktur.
44 Bir tür eşarp. Bellerine de bağlanabilir.
45 Gazimihal, R. M., “Türk Askeri Muzıkaları Tarihi”, Maarif Basımevi, Istanbul 1955, sf. 33.
46 Panoff, P. “Militarmusik”, Berlin, 1938, sf. 69-76 , “Askeri Musikide Doğu Etkisi”.

KAYNAKÇA

1.Gazimihal, Mahmut R., Musiki Sözlüğü, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul, 1961.
2.Gazimihal, Mahmut R., Türk Askeri Muzıkaları Tarihi, Maarif Basımevi, Istanbul, 1955.
3.Gazimihal, Mahmut R., Türkiye – Avrupa Musiki Münasebetleri, Nümune Matbaası, Istanbul, 1939.
4.Gelişim Genel Kültür Ansiklopedisi, Cilt 6; Tarih ve Kültür 1 – Cilt 7; Tarih ve Kültür 2, Gelişim Yayınları, 1976, Istanbul.
5.Konyalı, Ibrahim Hakkı, Istanbul, Sarayları, Istanbul, 1943.
6.Koray, F., Müzik Formları, Maarif Basımevi, Istanbul, 1957.
7.Ögel, Baheaddin, Türk Kültür Tarihine Giriş 9 Cilt, Kültür Bakanlığı Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2000.Özcan, Nuri, Osmanlı Ansiklopedisi, Istanbul, 1993.
8.Reinhard, Kurt & Reinhard, Ursula, Musik der Türkei, Heinrichshofen’s Verlag Wilhelmshaven, Berlin, 1984.
9.Reinhard, Kurt, The New Grove: Dictionary of Music and Musicians, Vol.19, London, Macmillan, 1980.
10.Sanal, Haydar, Mehter Musikisi: Bestekar Mehterler – Mehter Havaları, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul, 1964.
11.Satır, Sabri, operada Gerçekçilik ve Beş Gerçekçi Opera, Pan Yayıncılık, Ikinci Baskı, Istanbul, 1998.
12.Say, Ahmet, Müzik Tarihi, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, 2. Basım, Ankara, 1995.
13.Say, Ahmet, Türkiye’nin Müzik Atlası, Borusan Kültür ve Sanat Yayınları, Istanbul, 1998.
14. Sanal, Haydar, Mehter Musikisi: Bestekar Mehterler – Mehter Havaları, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul, 1964.
15.Sözer, Vural, Müzik ve Müzisyenler Ansik-lopedisi, Remzi Kitapevi, Istanbul, 1986.
16.Uçan, Ali, Geçimişten Günümüze Günümüzden Geleceğe Türk Müzik Kültürü, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara, 2000.
17.Uluçay, Çağatay, Mehterhan ve Svzendelere Dair Birkaç Vesika, <>, 1 Temmuz 1951.









Copyright by Musigi dyniasi magazine
(99412)98-43-70